14 Eylül 2009 Pazartesi

ayaz vurdu ahırıma...

Soğuktu. sıkıca sarıldığı yorganından adeta titreyerek ayrıldı zozan. burnundan ve ağzından buharlar çıkıyordu, üzerindeki gecelikle sobanın başına gitti hemen, geçmiş ateşi şöyle bi karıştırdı soba maşası ile ama bunun nafile bi çaba olduğunun farkındaydı.

üşüyen çıplak ayaklarıyla seke seke odanın içinde, üzerine bişeyler geçirdi ve ev ahalisi uyanmadan hayvanların sütlerini sağıp, kaynatmak ve kahvaltı sofrasına hazır etmek için, elinde süt kovası, ayağında; topuğuna basılmış eski erkek ayakkabısı, esneye esneye ahırın yolunu tuttu. Üzerinde yürüdüğü donmuş çakıl taşlarının çıtırtısını duymuyordu, ta ki onlardan bi tanesi ayakkabının içine girip çanını acıtana kadar. O kadar alıştığı bir uygulamaydı ki bu sabah yaptığı, yarı uykulu olmasına gerek yoktu, uyuyarak da yapabilirdi, eksiksiz.

Pek uzun sayılmazdı boyu zozanın. Ama kısa da değildi. Beli biraz kamburlaşmıştı, aralıksız yıllarca çalışma, kötü beslenme, tarumar bir vücuda sahip olma nedenleri arasındaydı. Yürürken her an bişeylere çarpacakmışcasına eğilerek ve ürkek yürür, konuşurken; sanki kimse duymasın istiyormuş gibi alçak ve kısık sesle konuşurdu. ailenin ilk gelini olmasının verdiği gurur; kocası olan seyfinin; “-senden sıkılıyor gibiyim, ailene geri mi göndersem seni” sözleriyle yerle bir olmuştu.

Seyfi; ailenin ilk çocuğuydu ve akraba evliliği sonucu ayaklarında altışar parmak olarak gelmişti dünyaya. Naif bir kişiliği vardı seyfinin. Ne zaman konuşacak olsa, millet ağzının içine bakar, söyledikleri dilden dile yayılırdı ve sonunda seyfi de inanırdı bu söylediklerine.

Ahırın kesif kokusu içinde, mütevekkil, oturmuş süt sağıyordu zozan. aşina elleri hayvanın memesindeydi ama aklı eski günlerdeydi. Kara, uzun ve sık saçlarını örgü yaptığı günler geldi aklına annesinin. çeşmeye su almaya giderken ilk defa gördüğü seyfiyle göz göze geldiği anı hatırladı, utancından kafasını yalağa soktuğu an geldi aklına, gülümsedi. Sonra yanağından aşağıya süzülen yaşları fark etti, o kadar üşümüştü ki, soğuktan ağlıyordu .

Tatlı bi uyku bastırdı, o hala hayvanı sağarken, gözleri kapanıyordu, uyumuştu sonunda. Aradan aylar geçti, mevsimler döndü yaza, kuşlar döndü pişman, ama zozan dönmedi gittiği yerden, uykusu ağırdı tamam, ama bu çok ağır olmuştu kalanlar için. ruhunu teslim ettiği yere olimpik bir yüzme havuzu yaptırıldı, aziz hatırasına. Genç aşıklar ele ele tutuşarak bülent ortaçgil parçaları dillendirdiler o havuzun başında, kimileri o havuzdan evlerine klorlu su taşıdılar, çiçekleri sulamak için!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder